Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İyi ki doğdun Baba.

Çok teşekkürler bütün incilerimi döktün, zaten küçücüklerdi, zaten her şey pamuk ipliğine bağlılardı. Toplayacak gücümün olmadığını bile bile. Bile isteye. Bildiğimden şaşırdın. Daha şaşıracak ne vardı dediğim her noktada şaşırdım. Yok yahu neden yapsın öyle şey dediğim her şeye nasıl yaptı öyle bir şey dedirttin. Teşekkürler.  Eğilmez, bükülmez, kırılmaz, dökülmez yaptın beni teşekkürler.  Bana bıraktığın, bin yıl yaşasam da cevabını asla bulamayacağım nasıl’ın için teşekkürler. Güvensizlikten geberilmiyormuş bu cevapsızlığın duvarlarına çarpa çarpa, ağzımda kan biriktire biriktire öğrendim teşekkürler.  Seni hiç affetmeyeceğimi sanırken, seni çok özlediğimi farkettim.  Üstüne toprak attım. Defalarca. Yarın senin günün beni yanına al artık.  Soranlara hiç fotoğrafı yok diyorum ama kalbimde saklıyorum gençliğini.  Seni affettim baba. İyi ki doğdun. 

Merhemi yok.

 Sevdiğim adam önce gitmemi kabullendi, sonra kalmam için gözlerimin içine baktı ama yine gitme demedi. Sevdi beni, sevişti de üstelik. Karşımda otururken bile yanımda duruyordu. Düşünebiliyor musunuz? Elimi tutuyordu. Sonra bir akşam, yürüdü benimle o koca sahilde. Belki de ilk defa kaçırdı gözlerini. Bir kez daha gitme diyemediği için oturdu bir denize ağladı. İnanabiliyor musunuz? Yanımda ağladı ve ben kalıyorum bile diyemedim. Nasıl diyecektim ki.  Son olduğunu sanarak baktığım gözlerinde gitme diyen biri vardı. Önce iç çekerek, sonra saate bakarak, sonra yutkunarak, yarı ağlamaklı bana bakıp şey dedi, kendine iyi bak tamam mı? Sizin aklınız alıyor mu? Nasıl bir çaresizlik. Onu görene kadar gitmekten başka bir seçenek olmadığını düşünen ben, bir sebep arıyordum. Bir bahane, kalmam için hatrı sayılır bir neden. Beni duyduğun için teşekkür ederim Allah’ım. O telefon geldiği an karar vermiştim zaten kalmaya, ama sanki bunu bile zorla yapıyormuşum gibi hissettirmeye çalışıyordum. Her ş

Ama sen.

 O kadar mutluyum ki, mutluluktan uyuyamadığım için, içimde dolaşan kelebeklerden biraz bahsedip bu akşam yaşadığım o bütün duygu karmaşalarını paylaşmak istiyorum. Her ne olursa olsun ne yaşarsam yaşayayım sıkı sıkıya sarıldığım bir hayat bu, çünkü gözümün içine heyecanla bakan bir sürü çocuk var etrafımda. (Aslında önceden daha çoktu) Ama özellikle iki tane kız çocuğu var ki, tarif edemeyeceğim kadar büyük bir sevgi. Ne zaman canım sıkılsa, ya da tek başıma kalmanın kendime iyi gelmeyeceğini hissetsem soluğu onların yanında alıyorum. İçimde sayısını bilmediğim kadar çok çocuk olduğu için bir çırpıda onların yaşına inebiliyorum. Ama bu gece, onlar benim yaşıma çıkıp o küçücük elleriyle kocaman ellerimi tuttular, o anı anlatabilmem mümkün değil. Gelecekten haberler diyerek girdiğim konuşma yaklaşık iki saat kırk beş dakika sürdü ve sonunda lütfen büyümeyin çünkü aşık olursunuz ve bu hiç iyi bir şey değil diyebildim. Peki nasıl anlıyorsun dedi büyük olan. Dünyanın en basit gibi görülen

Her şey bir ve tek şeydir

  Kalabalıkların içinde yalnız, yalnızlığın içinde kalabalık. şehir aynı şehir, soğuk aynı soğuk. kaldırım taşları yerinde, ellerim ceplerimde. gözlerimi açıp kapattıkça geçen sene bugün yürüdüğüm o sokakta yürümeye devam ediyorum. kafamın eğik, gururumun kırık, hayatımın paramparça olduğu halimin koluna giriyorum. acımıyorum, destek alıyorum. sonsuz bir döngüde artık tek başıma değilim. kızgındım, kırgındım, nerede bir cam çerçeve görsem indirip küserdim. her şeyi halledeceğimi, herkese koşabileceğimi, seslerine karışıp ses olabileceğimi sanıyordum. belki halleder, yetişir. belki herkese her şey olurdum. hiçbir zaman bilmeden, denemeden, kabullendim. kimseyi özlemedim ama o masaları ve o masadaki bardak izlerini çok özledim. verdiğim hiçbir sözü tutmadım. kendimi sevmeyi, gülümseyerek koşup sarılmayı öğrendim.  Lavanta kokusu, kendini tüketmiş mum, boşlukta dans eden tütsü dumanı. tüm evren benimle işbirliği yaptı.  “Her şey bir ve tek şeydir.”

Beş yüz otuz dokuz

  İnsan hayatının belli dönemlerinde cenin pozisyonunda annesinin karnında yaşamak isteyebilir elbette. Öncelerinde acılarımız elimizde taşıdığımız bir poşetken şimdilerde sırtımızda bir kambur oldu. Bunun bir çok sebebi var tabi ki ama sanırım en baskın olanı yalnızlık. Hani böyle ben şimdi kime ne anlatayım dediğiniz bir zaman diliminde kendinize bile susmayı öğreniyorsanız, geçmiş olsun. Sizin yıkılmaz sandığınız kalelerinize deniz yükselmiş. Şimdi yavaşça elinizde ki kazma küreği bırakıp ağlayarak annenizin kucağına gidebilirsiniz. Benim yalnızlığım, ben şimdi ne yapacağım dediğim yerde, onu başkasının yanında düşününce başladı. İnsan geç de olsa, yapabileceği hiç bir şey olmadığını anlıyor ve diyor ki, eyvah!  Ne zaman duygusal acınız, fiziksel acınızı yerle bir edecek kadar kuvvetli olduysa o zaman dünyanın bütün ağrı kesicileri sizin için içi boş bir kapsül haline geliyor. Ama yine de insan, o acının üstüne gitmekten vazgeçmiyor. Çünkü mantık hislere yenilir. Benim ki tam beş yü

Yük^

  00.23  İnsan altından kalkamadığı ağırlıkları yürüyerek atmaya çalışırmış. Annem böyle söylemişti. Ben artık ezildim kızım ama sen hazır ayakların tutuyorken yürüyebildiğin kadar yürü demişti. O yüzden çok zamansız, ne zaman kendimi duvarlar üstüme geliyorken tuvalete kilitlemek istesem, kendimi dışarı atacak yollar deniyorum. Hava soğukmuş, gece yarısıymış hepsi bir detay oluyor gözümde. Ezilmekten korktuğum için yürümeyi yeğliyorum.  İnsan bazen banyo fayansına annesiyle karşılıklı oturup bütün sancılarını da anlatmak istiyor üstelik. Ama biliyor, anlatmak faydasız. Bak benim içim yanıyor anne, bu da çakmak, şimdi birazda seninki yansın denmiyor işte.  Yirmi altı yaşımda, çocukluğumda binmediğim kadar çok salıncağa bindim. Bir parkta oturup saatlerce, sandım ki (genelde çok şey sanarım) burdan çok şeyi hallederek kalkarım.  Yük yürüdükçe atılıyormuş, çocukluğuna dönünce değil.  Hiç konuşmadan ama, kalbimde ki o koca taşı hissederek benimle bu salonda saatlerce oturduğun için diyoru

Üçyüzyirmisekiz

 İnsan bir sona kendini nasıl hazırlar? Ve insan o sondan nasıl kaçar?  Yaklaşık üç yüz yirmi sekiz gündür aklımın aldığı, kalbimin kabul edemediği bir sonla mücadele etmeye çalışıyorum.  Öyle ki, bir insan kendi olmaktan ne kadar çıkabilirse o kadar çıktım.  Ama diğer yanda aşkın büyüsü dedikleri tam olarak böyle bir şeymiş.  Kalbimin aklıma hükmedişini izlerken günlerdir, sayısız da kayıp verdim üstelik.  Birini çok sevip, aynı oranda sevilince başlıyormuş meğer bütün hikaye.  Bu yüzden demişti sanırım Ataol Behramoğlu; Aşk iki kişiliktir diye.  Sonsuz bir girdabın içinde, kendimi hep aynı şeyleri yaşarken buluyorum. İşe gir, çalış, para kazan, arkadaşlarınla dışarı çık, birileriyle tanış, eve dön, yemek yap, birilerini terk et, birilerini sev, sonra onlar senin terk etsin, sonra tekrar aynı heyecanla yeni bir güne uyan ve tekrar aynı şeyler derken hikayenin sonunda hepsini kaybet, depresyona gir, üzül, ağla, yalnız kal, hasta ol, tedaviye başla, iyileş, tekrar işe gir, tekrar para k

Yoktun.

Sana bir şeyler anlattım, yoktun. bir şeyler duydum senden değil. sormak istedim, yok. hasta oldum yalnız iyileştim. kavgaya girdim bütün darbeleri göğsüme aldım, yenilgimi paylaşmadın. kilometrelerce yürüdüm bir adıma eşlik etmedin. ayaklarımı aynı taşlara defalarca taktım hiçbirine yetişemedin. hep asfaltta soyuldu burnum çocukluğuma benzedim. çocukluğumda yoktun. kırgındım, yoktun. sana kırgındım, yok. yaralarla geldim ellerin cebindeydi senin. bana dokun dedim kulakların başka sesteydi. beni gör dedim hep uykudaydın. en kötü kabustan uyanıp kendime içirdim bardaklarca suyu. saçlarımı hep sola doğru hep sağ elimle taradım. sen yoktun. bir süre karnımda ağrılar tanıdım. dört kilo eksik çıktım tartıda sanırım sen doğdun. *bir hafta dudaklarım titredi. bir hafta yoksunluk. her şeye yeniden başlamayı öğrendim, yataktan bacaklarını sarkıt, öne gel, yere bas, ayağa kalk, banyoya git, banyoda kal, banyoda kal, sular, sular, sular. çok soğuktu yoktun. yüzüm rüzgardan kızarmıştı yoktun. elle

&

Bana böyle yapma. Sen de kalbini orada bırakma. O kapının üstüne art arda kilit vurma, yakma o bahçeyi. Beni kovma bu evden. İçindeki pencereyi aç, çiçeklerini sula. Canım, bu günler de geçer. Bu aylar, bu mevsimler, her şey. Bugün seni bekledim. Sana büyüttüğüm ilk çiçekten, yetiştirdiğim ilk meyveden, kollarımın ağrısından, dizlerimin yarasından bahsedecektim. Eğer iki insan birbirini çok severse bir şekilde denk düşermiş. Sandım ki denk düşeriz. Sandım ki gelirsin. Yok olmadı bu sefer. Bu sefer gelmedin. Çok umurumdaydı sanki yanıma gelmen. Beni bulman, ellerimi tutman, başımı dizine koyman... Hepsi sanki çok umurumdaydı. Ben istedim ki hep bana dönsün yüzün. Hep bende ol, hep benim elimi tut. Sen orada başkasının elinden tutmuşsun, şimdi gelmiş elini bırakmadım diye bana dert yanıyorsun. Bak bu senin ilk yanılgın, ilk düşüşün, ilk hayal kırıklığın. Hepsi geçiyor. Sen de aynadakine bakarken tekrar et hepsi geçiyor. Şimdi o yaranı sen sar. O saçlarını kendin okşa. Ben artık dönüp dol

7-

 Seni birinin yerine koyar gibi sevdim. Seni kendi yerinde değil. Seni canını bana verdiğin için sevdim. Seni kendin olduğun için değil. Seni dünyaya karşı tek başına, bana karşı bir dünya olduğun için sevdim. Seni kahkahan, gamzelerin için değil. Bu sakal kesimi bana yakışıyor mu sence, dedin. Yüzünü okşadım. Benim için önemsizdi, senin için önemliydi. Seni bütün gün çok kötü planlar yaparken bana karşı masum bir çocuk olabildiğin için sevdim. Oyunu ben başlatmadım, sen beni oyuna aldın. Seni oyunda bana yer açtığın için sevdim, benimle oyun oynadığın için değil. Kafam karışık, ama sen varsın, dedin. Bana aşıksın, dedim. Bana olan aşkın güzeldi. Seni sevmem için yeterliydi. Tehlikeliydi ama önemsizdi. Evime geldin. Bu komodin oraya hiç yakışmıyor ama senin evin, dedin. Ama benim evim. Hikaye bitti. Çok sonra bir fotoğrafımı gösterdin. Komodin eski yerine dönmüş, dedin. Gülücük atmıştın. Kırgın olduğunu anladım. Açıklama yapmak istedim. Öyle değil, unutabilmek için. Bir şey demedim. Ev

-1-

 Omzuna aldığın o yük senin sanrılarınmış. Sevmiş, sevilmiş, özlemiş, gelmiş, gitmek istememiş... Hepsi birer sanrıymış. Bugün saatlerce sokak lambalarını izledim. İnsan dolu olunca sadece izliyormuş. İçimizde kopan fırtınalar yüzümüze hiç yansımıyormuş, aynada kendimle göz göze gelince anladım. Sonra ağladım. İnsanın kendine yabancılaşması, kendini bulamaması, kendisiyle konuşamaması, içini açamaması felaketmiş. Olsun. Ben bütün bu felaketleri gülümseyerek karşıladım. Sonra uzaklara daldım. Çok düşününce başımız ağrırmış. Başım ağrıdı. Gözlerim doldu, ellerim terledi, kollarım üşüdü. Önemi yok. Sen orada mutluyken ben de burada biraz tebessüm ettim. Sen yokken çok şey oldu hepsini aklıma mıh gibi kazıdım.  Unutmamak için her gün parmağıma bir işaret yaptım kalemden. Çünkü sen böyle yapardın.  Üç gündür aklımda hep o yeşil pijamalı halin. Hani yırtılana kadar giydiğin, onu bile benden daha çok sevdiğini düşündüğüm. Binbir bahaneyle sana yenisini aldığımda paketini bile açmayıp, giymeye

Bir.

On beş yıl önce çirkin evin kapısında seni görüp yüzünü tanımadığım gün havaya doğrultup kalbime sıktığın ilk kurşundu. senin hakkında ilk kez böyle yazıyorum. senin hakkında nasıl yazılır hiç bilmiyorum. kurşunun içten sıcak dışarıdan tenimi buza çeviren sancısıyla yılları geçirmişim. bilmiyordum elini tuttuğum ilk erkeğin senin sevginin bendeki karşılığıyla örtüşeceğini. hiç inanmazdım sen beni ne kadar sevmişsen ve ben sende neyi sevmemişsem de üstelik, bambaşka yüzlerde yine sende ilallah ettiğim şeyleri arayacağımı. nasıl bilebilirdim ah ettiğim o aşkın beni senin adınla tekrar ve tekrar aynı duvarda, farklı mermiyle ama aynı gününde sabahın, tekrar vuracağını. on beş yıl önce, önce çatısına, sonra evin tam ortasına düşen ateşle, dut ağacının dallarına vurduğumuz sopayla, düşen yapraklarla baş etmeye çalışan kalbimle; on beş yıl sonra şimdi bugün, o zamandan çok da farklı olmayan, yine senin kurduğun, büyüttüğün ve sürmesine vesile olduğun bu hayatı, o kurşunu o gün gibi göğsümde
 Çok uzun süredir bir boşluktayım. Bir şeylerin, birilerinin boşluğu. Hiç bir şey yapamıyorum, hiç bir şeyden keyif alamıyorum. (Evet depresyon) Bazen acıdan, bazense sadece keyifden bütün gün yatabiliyorum. Eski hayatımla ilgili hatırladığım her detay bana sahte geliyor. Sanki yıllardır hiç bir şey yapmıyormuşum ve sanki yıllardır hiç bir işe yaramıyormuşum gibi. Dünyanın en boş insanı ben olamam değil mi?  Önce o, sonra annem, sonra kendim, sonra babam, sonra tekrar o, sonra tekrar kendim, sonra o sonra kendim, kendim, kendim.  Günün sonunda arayıp bulamadığım onca şeyle baş başa kalınca anlıyordum ki, ben hala bu hayatta ki amacımı çözebilmiş değildim.  Bunca yıldır hep bir şeylerden kaçıp, hep bir şeyleri aradım.  Babamı aradım. Yürüdüğüm her yolda, köşesini döndüğüm her sokakta. Artık babamla kavgam bitti. Artık kendimle kavgam başladı.  Sonra hiç aramadığım masalarda onu buldum. Tamam dediğim yerde yüzüme çarpan o masalardan yine bir arayışla kalktım.  Felaketler üst üste gelirke

“Çok şanslı kadınlar yarattı tanrı”

Fotoğrafına baktım. içimde yaşadığından artık emin olmadığım bir çiçeği inatla suladım. o umudu anlaman için o umutsuzluğu da içeri alman gerekir. şimdi bak, ben boynumu yere serdim. kır, ez, üstünden geç, üstesinden gel. orada çırpınan ince kelebeği öldür. mutluluk senin parmaklarından yürüyüp gelmeyecek. inandır. kanatlar yok. inandım, senin kanatların yok. ama öyle göreyim istedim. içi kanla da dolu olsa kalbin pamuktandır, ben öyle bileyim istedim, buluttur, kardır, yumuşaktır. kötülük uğramazdır. üzdüyse hatadır, kırdıysa ağzından kaçmıştır. yastığıma serdiğim yalanların izinden tanıdım. bu ayna benim ve ben kendimi gözlerim sana benzese derken yakaladım. güzellik keser, güzellik kanatır, güzellik dağıtır. parçalar güzellik. çok güzeldin suçun bu. üç parmağınla uçurumdan itebileceğini öğrendin. ama hala çok güzelsin ve suçun bu. güzelliğini kullandın, suç bu. o tetiğe çok yakıştı parmağın, suçtu bu. kabullenmelerin sırtını yokladım. çok yeşermek için, çok yaş vermem gerekti. kirpi
  Derin bir nefes aldım. gecenin sessizliğini parça parça bölecek o ilk ve son sesi duydum. bir şeyleri yıkmamak, yıkılanın üstünde daha fazla tepinmemek için içimde sakladım. gerçekliğinden sapmadan, edebiyat yapmadan, dramatize etmeden bir şeyleri anlatmanın bu kadar zor olmasına artık tahammül edemiyorum. boşluğun ortasında konuşurken, birilerinin üstünde cümlelerimden oluşan öfkeyi görmek eskisi gibi buruk bir şaşkınlık yaratmıyor. bunca saçmalığı kaybettiğimi düşündüğüm için kabullenmedim. topraklarıma barış getirmek için mi savaşıyordum yoksa egomu mu tatmin etmek mi istiyordum bilmiyorum ama dünya benim etrafımda dönsün istiyordum. tüm iyi niyetimi koyarsam bu isteğimin aşırılığından sıyrılırım sandım. kilitli kapıların ardında bile çok başarılı, çok kusursuz, çok düzenli olmalıydım. bir önemi olmadığını farkedeli çok oldu ama hâlâ gözümü açtıktan kısa bir süre sonra az sonra tekrar yatacağım yatağını toplamaktan vazgeçemedim. gördükçe vicdanımı kemirsin diye masadan kitapları k

“Sevgi de yetmiyormuş çok eskiden rastlaşacaktık.”

Bir yumruk iki yumruk üç yumruk. peş peşe böyle ölene kadar. ölmemişsin ama yemin ederim ölene kadar. insan yeri geliyor tek gözünden aynı anda üç yaş düşürüyor. gök gürlüyor, bu kez korkmuyor. "korkacak hiçbir şey kalmadı kızım, hepsi gerçek oldu." sokakta ağlayıp eve girmeden gözlerini siliyor. kalbinde bin kıymık, bini de birbirinden güzel.  Sevgisi bunu aşamamış. dağları ovaları mesafeleri tüm insanları verilmeyen imkanları kilitli kapıları yüksek duvarları aşan sevgisi bunu aşamamış. gözlerim bunu unutmuyor böyle her baktığı yerde her tabelada her kağıdın üstünde sevgim bunu aşamadı yazıyor. güzel kıymıklar daha derine, daha derine, en derine.  Gide gide bir söğüde dayandım çalıyor. onyedi yaşındaki o beş çocuktan biri eh be ablacım ağzın yamuldu üzülmekten diyor. bak benim omuzlarım, kollarım, ucunda ellerim, parmaklarım, tırnaklarım ağrıyor bunu hangi doktora anlatabilirim? o kadar şeyi atlattık bir gecede yüzümün şekli üzülmekten değişiyor. buradan atlamaya çalışmayal
  Hallederdik. Vallahi hallederdik. Çok çabalardık inanırdık bile. En son neye inandığımı hatırlamıyorum. Kıra döke, döke saça çabalardık. Yırta kanata. Sana gelmiştim. Üstünü öyle bi örtmüştüm ki ben bile sana gelmedim sanmıştım. Şimdi bakınca kendi yalanıma inanacak kadar çocuktum diyorum. Çocukmuşum. Sana dümdüz gelmiştim. Sana gözümü yoldan ayırmadan. Sana burnum düşse almaya hazır gelmiştim. İncilerimi dökerek, omuzlarımı indirerek gelmiştim. Aklımdaki kalbimdeki ne kadar gizlenmemiş. Ne kadar konuşulmuş ağzım açılmadan. Ne kadar çok hanımeli varmış o sokaklarda ne kadar çok iyi ki. Bana o kadar iyi gelmiştin ki annemi arayıp özür dilemiştim. Bunun ne demek olduğunu anlamaya kalkarsan altında kalırsın. Bana o kadar iyi gelmiştin ki ben artık hep böyle gülerim sanmıştım. Şimdi o kadar büyük nasıl diyorum ki nasıl anlamsız kalıyor 'nasıl'. Şimdi gecenin köründe arayıp avucunun kokusu burnuma geliyor  bu durumu mesele haline getirelim nolur diye ağlamak istiyorum. Nasıl. Düny
  o geceyi ezberledin. o odayı ezberledin. o masanın üstündeki dağınıklığı ezberledin. camdan baktın yürüyüşünü ezberledin. kapıyı açtın yüzünü pat diye karşında görmeyi ezberledin. başını kucağına indirince saçlarını ayıran çizgiyi ezberledin. göğsünde yatınca fetihten dönen komutan zaferini ezberledin. tekrarı yokmuş, biliyordun, ezberledin. bir bakıp iki gördüğün her şeyi ezberledin. hiç görmeden çok sevdiğin her şeyi o gece ilk kez görüp ezberledin. kalbim dedin yanılmadı. o seni öpmedi belki ama yüzlerce öpücük gibi indi suratına. ezberledin. kalbin orada çok güzel durmuş. sesin orada çok güzel çıkmış. o yolla üstüne basıp geçtiğin şey annenin kaderiymiş. dünyanın en güzel yüzüymüşsün orada. o çirkin ellerin çiçek gibi olmuş. kendini ilk kez o aynada öyle görmüşsün. o dikiş izleri o yamalar o eksikler o denk gelmeyen köşeler yokmuş. sen o gece o odada çok mutlu bir kadın olarak uyumuşsun. sen o sabah o kahvaltı sofrasına her aşık kadın gibi oturmuşsun. ilk kez diğerlerine benzemiş
Altı sene önce çöpün içinde yalnızca çayın üstünde duran mandalina kabuklarının bile bir yaşam belirtisi gösterdiğine inanıyordum. hiçbir şey yolunda gitmiyordu ama sadece nefes almıyordum bir şekilde yaşıyordum. bir yere varmanın önemi olmadan yürüdüğüm o uzun yolları ezberleme zahmetine bile girmemiştim. nasılsa eninde sonunda evimin kapısından içeri giriyordum. iyi bir insan olmak için dişlerimi çok sıktım. başarıyorum sanıyordum sadece tükürecek uygun zamanı bekliyormuşum. bir sonraki adımı planlayarak, düzenleyerek yaşamak en doğrusu gibi gelmişti. plan ve düzen beraberinde kocaman bir kaosu önüme bıraktı. konuşmayınca kimse kırılmaz diye düşünürken herkesi susarak kırdım. ucuz edebiyatlarımın, histerik arzularımın, birbiri arasında uçurum yaratan duygularımın beni yavaş yavaş tükettiğini hissettiğim ilk o an birden bitirmenin daha kolay olacağı yanılgısına kapıldım. kaderi ben kontrol edemezmişim. kendimi karşıma oturttum. kızdım, kırıldım, dalga geçtim, sevdim. kendimi ve herkes
  Neden olmasın, neden olmasın. çünkü kalbin yumruk kadar. oraya herkesi alamazsın. Yürümenin yolu başka, kaçmanın yolu başka. durup seyretmekle başın yerde geçmek başka. koşarak çıktığın merdivenleri hatırla. sırtında çantanı hatırla. içinde dünyanı, içimde dünyayı, bizi bütün yapan bir şey hatırla. asla aynı bütünün iki yarısı olmayan bizi hatırla. farklı dallarda büyümüştük hatırla. ben uysal çocuktum sen çok yaramazdın, hatırla. yaz gelince kızarırdı yanakların. gözlerini kıstığın kaşlarını havaya kaldırdığın, güneşi çok sevmiş gibi yaptığın, beni çok sevmiş gibi baktığın, her şeyi biliyormuş gibi, çok iyi anlamış gibi, tereddütsüz baktığın bir fotoğrafın var. senelerce bakmasak da o fotoğraf hala var. ben yüzünü senden iyi tanıyorum. o fotoğraf her şeyi senden iyi biliyor. tüm cümlelerimi sana versem sessiz soluksuz yine anlatıyorum. çatıdan bir güvercin düştü az önce. ben bu karanlıkta çırpılan kanatların sesini de biliyorum. çarpmayı biliyorum. çıkmayı biliyorum. parkın kenarınd
Her şeyi unutuyorum. zamanında kalbim karınca yuvasıymış. kıpır kıpırmış. baharda dalları uzarmış. şimdi nerede denk gelsem başka birinin hikayesini okur gibi bakıyorum yüzüme. yaşamış olmak çok tuhaf. yaşamışsın bitmiş ama bitmiyor, çok tuhaf. evden geldiğin hiçbir yol tekrar aynı eve çıkmıyor. birine beni sevsene denmiyor artık. denmez çünkü. biri gelir seni sever. sonra karıncalar gelir sonra bahar. ama sen öyle bir şeyin üstüne giderken hiçbir şey sana gelmiş sayılmıyor. sen gidiyorsun bak o sana gelmiyor. karınca toplamakla karınca yuvası olunmuyor. ben sana ikna oluyorum. her şey düzelebilirmiş gibi. hiçbir şey düzelmeyecek. çok tuhaf.
 Hep kalkarım. bunu bildiğim için sık sık düşüyorum.  Ağaç baltayı göğsüne yediğinde,  Bilmiyorsun. bilmediğin için senden nefret ediyorum. ben orada dev gibi gücümle ama dal gibi dokunsan kırılacak güvensiz eklemlerle. ben orada hayatın bir yerine hayatın hiç haberi olmadan. ben orada bitişik, ben orada bütün, orada bağlı ama alabildiğine bağımsız, ben kuruduğunda sertleşecek bir kabukla, ama şimdi yaş ve ateşte yanmaz dörtte üçümün ağrısıyla. ben orada pisliğin içinde ağrının sızının içinde kollarım ellerimi inkar ederken iyiliğimi kendime inandırma peşinde. ben orada her şekilde ama sen, yani bilmiyorum sen nerede. bu yüzden senden nefret ediyorum.  Baltayı tam göğsüne yediğinde ağaç, acısına değil baltanın kendinden büyümüşlüğüne. Bilmiyorsun. bu öfke bu tutku bu istek bu acı değil. seni arayan yüzümün aynada hep kendini bulduğunu bilmek gibi değil. sık sık düşmek gibi değil. anlatıyorum ama anlama diye hep üstünü örtüp getirdiğim kelimeler değil. senden değil sebepsizliğinden uzak
Doldum, taştım, dağıldım. kaçmak istiyordum, hafiflemek istiyordum, bir nefeste bitsin istiyordum. aynı pencereden bakmaktan, karanlıkta ezbere yürümekten, tanıdık kokulara alışmaktan, kapıları sürekli kapalı tutmaktan yorulmuştum. hareketsiz kaldıkça üzerimde biriken acı, yürümeye başlayınca biter sandım, yanılmışım. zamanında kaçtığım şehre, başka bir şehirden kaçarak geldim. eskiden anahtarını taşıdığım evin önünden geçtim, ışıkları yanıyordu, başımı eğdim. başarabileceğimi sandığım her şeyin gerisinde kaldım, kaybetmeyeceğim düşündüğüm herkesi kaybettim, korkularıma dönüştüm. dümdüz bir yolda öylesine ifade edebildiğim duygularım, yanlış anlaşılma kaygısına dönüştü. boğazımda kocaman bir küfür, üç geçerdir gözlerimi yakıyor. hiçbir yerde, hiç kimsede, hatta kendinde, en çok kendinde bulamadığım boktan huzur duygusunu ararken sıktığım dişlerimi tükürüyorum. sonsuz sayılı gecemde, yüzüm duvara dönük, tüm kapıları ardına kadar açıyorum.
Mutluluk üzerine yazacak tek bir cümlem dahi yokken sayfalara sığmayan mutsuzluklarım için teşekkürler dünya. Her zaman ' daha kötüsü olamaz ' dediğim yerden daha kötüsüyle başlayan günler, teşekkürler. Size de teşekkürler, bittim dediğim yerde bana gücümü tekrar gösteren insanlar. Sevgiden, iyi olan her şeyden, huzurdan uzak geçirdiğim günler için teşekkürler. Öyle güçlendim, öyle duvarlar ördüm ki, şimdi bir başkasını bırak kendim bile o duvarları aşıp herkesten bir parça olamıyorum. Kimsenin bir parçası, bir cümlenin öznesi olamıyorum. Beni güvensiz, ruhsuz, tepkisiz biri haline getirip giden herkese teşekkürler. Teşekkürler gelmeyen adam, çalmayan telefon, kurduğum hayalleri yaşayan sarı saçlı kadın.
İçimde ki öfkeyle savaşmayı öğrendim. İçimde ki öfke içimden taşıyorken kendimle savaşmayı öğrendim. Kırmamak için direttiğim kim varsa, beni kırarken düşünmediklerinde benim de kırabilme yetim olduğunu öğrendim. Dünyanın en tahammülsüz insanına dönüşürken zamanla, çok, hatta bi hayli fazla sevdiğim insanlara sonsuz tahammülüm olduğunu, ama onunda son derece gereksiz olduğunu öğrendim. Çok sevmek, her zaman çok sevmek olarak kalmıyormuş bunu da öğrendim. Hem de yaşayarak. Sevdiğin kadar değil, sevdiğin gibi sevilmiyormuşsun. Bunu da öğrendim. Çok acı değil mi? Daha neler öğrendim biliyor musunuz? Sizi saatlerce uyutmayan düşünceler, anılar, mesajlar başkasına kocaman rahat yastıklar oluyormuş. İçimde ki öfke artık taştı. Boyumu aştı, kalbimi aştı, nefsimi açtı, tahammülümü aştı, sevgimi bile aştı. İçimde ki öfkeyi zapt edemiyorum. İçimde ki öfkenin kurbanı oluyorum. Ben galiba yaşayamıyorum. Ben kafamı hissetmiyorum Allahım. Ben kendimi hissetmiyorum. Bu uyuşan ellerimi, titreyen dizl
Gülüyordum, kahkaha atıyordum, fırından kek alıyor, ocağa makarna suyu koyuyor, doktor randevularına yetişiyor, bazen gecikiyor, uyuyor, uyuyamıyor, uyanamıyor, hayatını değiştiriyor, gittiği mekanları değiştiriyor, yeni ortamlara giriyor, yeni ortamlara girme fikrinden ölümüne nefret ediyor ama giriyor, tırnak uzatıyor, saç uzatıyor, korkuyor, deli gibi korkuyor fakat belli etmiyor, deli gibi ağlıyor fakat belli etmiyor, deli gibi özlüyor fakat belli etmiyor, deliriyor, belli etmek için deli gibi çırpınıyor fakat belli etmiyor ve tüm bunlar olurken cephede bizi bizden koruyordum. Dünya dönerken bizi bizden.
02.16 İçimdeki öfkeyle savaşa savaşa yürüdüğüm onca yol. Hem de güç bela. Annemin her şeyden bi haber uyuduğu o koltuk. Rastgele duyduğum şarkıda darmadağın oluşum, şimdi istersen bi de o kaldırıma sor nasıl anlatmışım seni. Nasıl nefesim kesile kesile, ama nasıl inatla, sevgiyle. Bak titreyen bacaklarımda iyi bilir, kurduğun cümlelerin beni nasıl uyuşturduğunu. Nasıldı ama o hastane koridoru ellerime sor. 02.20 Sorsana. Ağzımda ki kana sor mesela kendi tükürüğünde boğulmanın ne demek olduğunu. O upuzun ıssız yola sor arkama baka baka, korkuyla nasıl yürümüşüm saatlerce. Sana yazmak için direten kalbimle, yazmamak için direnen aklıma sor. Hayal kırıklığı neymiş, nasıl altında kalınırmış?! Sorsana, dünü, bu geceyi bi de bana sorsana. Ne hayal etmişim, ne olmuş, neler yaşamışım, nasıl mücadele etmişim? Sorsana Bu hastalığa nasıl karışmışım, nasıl ben olmuş? Rahat mı yastığın, iyi mi akşamların? Peki ya uykuların, huzurlu mu onlarda?! Bu sefer beni sorma, sana kızgın ve
12.06.2020 Bu tarih burada dursun. Söylenecek çok şey var ama yazılacak tek bir kelime dahi yok. Hepsini yaşadık. Ölsem unutmam.

Strikethrough

Beni gecenin bir yarısı balkona çıkartan acılar, annemi de uyutmuyormuş biliyor muydun? Tam arkamda karanlık sandığım o boşluk annemin elleriymiş meğer. İyi miyim diye kontrol etmek için girdiği odamda bulamayışında anlamış. Hem de defalarca. Anneler isterse bu dünyada ki en iyi oyuncu olabiliyorlar. Ki ben bunu yıllar önce anlamıştım. Sevmediği halde aynı evde yaşamak zorunda kaldığı babamla mutlu rolünü çok iyi yapıyordu. Ama bilirsiniz, sevgi anlaşılan bi şey olduğu kadar sevgisizlikte öyle. Anlaşılıyor . Titreyen ellerimi tut demek istiyorum anneme ama eğer göz ucuyla dahi soluma baksam orda olduğunu bildiğimi bilecek diye ödüm kopuyor. İnsan 25 yıllık hayatına sayısız terk ediliş sığdırınca annesine bile şüpheyle bakıyor. Hayır korku.  Bu kaçıncı kahvem sayamadığım için normalinden hızlı çarpan kalbim beni endişelendirmiyor. Zaten uyuşuk olan bedenimi ancak bu sayede hissediyor olmanın rahatlığı var üzerimde. Korkmuyorum. Yalan . Üstelik bazı şarkılar insanın bedeninde uyu

“Beni devirdin”

Ayağımın altından akıp giden asfaltın sertliğini acıdan hissetmediğim bir düzlükte, tamı tamına 9 km yol, ışıklar içinde ama kapkaranlık. Yürüyor muyum yoksa duruyor muyum kafam gidip geliyor ama bu sefer ayığım. Temiz temiz acıyor canım. Hissettire hissettire geliyor fark edişler. Uyuşuk falan da değilim. Kafam gidip geliyor çünkü şimdiye kadar yürüdüğüm bütün yolları ihtimaller üzerine yürümüş olmamın getirdiği tiz bir kahkaha ve şiddetli bir tokat hissediyorum yüzümde. 9 km boyunca kendimden nefret etmemin her türlü sancısını hissediyorum. Durduk yere içimden yükselen alevler hissediyorum. İlk 3 km sonunda bir hastane görüyorum. Şu an yanımda olması gereken tek kişi ve ellerim onun ellerinden koparılmış. Artık onu yanımda bile istediğime emin değilim. İlk sancı giriyor ve öyle sert ki yere yığılmamak için köşedeki bakkalın kepenklerini tutuyorum. Tüm bu yolu ben demiştim demeni duymak için mi yürüdüm. Bana benim suçum olduğunu söylemene gerek yok ki, bunu kendim de yaparım. Neden

“Seni sevmek beni büyüttü”

Birbirimizi seviyoruz ama birbirimizle hayatı yaşayamıyoruz. Başımıza bundan daha kötü bir şey gelebileceğini sanmıyorum. Şimdi sen bir yerlerde oturmuş beni seviyorsun, ben bir yerlerde oturmuş seni seviyorum ama bu sevgi birlikte sürdürülebilecek kadar uyumlu değil. Bunu kime nasıl izah edebilirim? Bir zaman diliminde elimden tutuyordun ama beni mahvediyordun. Şimdi elimi tutmayıp bana kocaman bir sevgi veriyorsun. Niye elimi tuttuğun o zamanlarda sevgiyi zulüme çevirdik, istemeden de olsa? Seni uzaktan sevmek herhalde aşkların en güzeli. Şimdi anlıyorum bu ne demekmiş. Belki bu dünyada seni en çok ben seviyorum ama seninle bir yuvada yan yana bulunamayız. Beni belki bu dünyada en çok sen seviyorsun ama benimle kaygısız geçirilebilecek bir ömür sana takdim edilmemiş. Seni çok sevdim ve çok özlüyorum. Her zaman, yanında uyandığımda bana o zamanlardaki gibi baktığın için teşekkür ederim. Bende yerin o kadar keskin ki, bunu köreltmek gibi bir endişem yok. O yeri o şekilde benimse
Tüm  bunlar bittiğinde birbirimizin yüzüne tekrar bakabilelim diye uzun uzun susuyorum. Yürüyorsam  sebebi vardır. duruyorsam da vardır. hiçbir şey yapmazken bile ne çok şey yaparım benden iyi biliyorsun. süregelen bir gürültü bittiğinde fark ettiğimiz şeyin sessizlik olmadığını biliyorsun. ne çok şeyi biliyorsun yüzümün çizgileri dahil mi? dahil olsun diye bakmıyorum belki. çok şey bilip çoğunu anlamıyorsun. seninle bir gece yolculuğa çıkalım diyorum gülümsüyorsun. ne zaman bir şeyin nedenini sorsam kaş çatıyorsun. bakma bana öyle diyorum bakmıyorsun. bunları neden yaptığını biliyorum. ne çok şey bilip ne çok şey anlamaya çalışıyorum. bazen öyle çok susmak zorunda kalıyorum ki çenemin uyuştuğunu fark ediyorum. artık pek az dua ediyorum çoğunda annem ve öfkem diyorum. annem mutlu olsun. öfkem törpülensin. kaybolmasın ama biraz küçülsün. üstüne yatınca kalbimi ağrıtmayacak kadar. bana biraz uykundan bahset istiyorum. kolunun altındayım. yanındayım yani. yastığını paylaşıyorum. öfkemi

Onüç harf

Karşımda oturuyorsun ve ben seni kıbleye döndüren şeyle beni durmadan yazdıran şey aynıymış diyemiyorum, üstelik annemsin. suskunluğuma alışmışsın, haftada üç kez saçlarımı taramaya, ellerimi ellerine benzetmeye, dolaplara boyun yetmediğinde adımı seslemeye, belki her şeye, bir şey hariç her şeye, özür dilerim bana öyle bakma diyemiyorum, beni artık susturma saç tellerime kadar doluyum diyemiyorum, nereye aitsin demeyeceksin biliyorum, neresi bana ait, bunu bilmiyorsun, bir beyaz tebeşir kadar kalıcı, üstelik üstüne defalarca basacaksın, bu sınır benim, bir kanepe kadar, kendimi bunun dışına çizemiyorum. ağlama.  neredesin diye sormuyorsan, zaten söylemeyecektim diye susuyorum, birinin kalbindeyim çocuk kahkahalarım boğazımdan taşmak istiyor, bunu da içime, elimle vura vura, biraz sıkıştırıp yarı yarıya öldürerek, bunu da içime, hani şey gibi, ondört yaşımdayken neden ağladığımı sormuştun da söyleyememiştim, çünkü o yaşta babama kırıldım demekle babamdan kırıldım demek arasındaki farkı
Öyle bir kabus görmüştüm ki beni bir daha uyumaktan korkacak hale getirmiş ve karanlıkta gözümü bile kırpmadan yatmama sebep olmuştu. Sakinleşmem tahmini 20-30 dakika sürdü. Ardından beni rahatlatacak şeyin ne olduğunu aslında bildiğimi hatırladım. Yastığın altından kulaklığımı çıkartıp telefonuma taktım ve kendi masalımı dinlemeye başladım. Bana, beni okuyan sesin tokluğuyla ağlıyor, ağladıkça rahatlıyordum. Bu sese hayatımın sonuna kadar minnettar kalacağımı da biliyordum. Nelere katlandığımı, nelerden vazgeçtiğimi, nelere göğüs gerdiğimi, neleri kaybettiğimi ve bunların ne için olduğunu tekrar tekrar hatırladım. Göze aldığım her şeyin ağırlığını omuzlamış, dimdik kalmaya çalışıyordum. Küçüktüm, boyumdan büyük hayallerin kurbanı olmuştum. Elimdeyse ondan başka bir şey kalmamıştı. Hayatımda ondan başka bir şey kalmamıştı. Yataktan kalkıp terliklerimi giydim. Ev soğuktu çünkü kendimi ısıtacak kadar bile önemsemiyordum. Salondaki koltuğa geçip aslında kendimi nasıl bir yalnızlığa sü
Ben yokken seni çok üzdüler mi diye soruyor, sen yokken hiç kimse yoktu diyemiyorum, sen yokken elimi rehberin üzerinde o kadar çok kaydırdım ki, daha aşağıya, sonra biraz daha, sonra sonsuz, yemin ederim hiç kimse yoktu, ne cevaplı ne cevapsız çağrı, ne mesaj, ne fotoğraf, ne hayat belirtisi, ne yol, ne iz, ben öylece duvar yumrukluyordum çünkü çıkmam lazımdı, onlar kendimi isteyerek kapattım sanıyordu, duvarlarla hesap görüyorum, ki duvarlarla hesap görülmez bunu sen bilirsin, görürsen izini ellerinde taşırsın, bunu da ben biliyorum, ben sen yokken bunları öğreniyorum, ama neden öğreniyorum, sen yokken, tam olarak neredeyken bilmiyorum, hiç unutmayacağım şeyler öğreniyorum ben. üzülmüş müyüm, hadi ellerime bak. kararını bekliyorum. Benim için söylenen şarkılara, tutulan şarkılara, açılan şarkılara böylelikle hep ağlayarak cevap verir olmuşum. çünkü sen çok ağladın mı diyene kadar, ağlamak mı bu diye kendimi paramparça edip acımı köşede, tenhada, parkta, bankta, iki araba arasında

“Tabi ki”

Duvardaki saatten gözümü ayırmadan yaklaşık olarak üç saat geçirmiştim. Benim için odada bir saat olması bile yeterince sinir bozucuydu. Normalde yataktan bir hışımla kalkıp saatin pillerini camdan aşağı fırlatmam gerekirdi ama onun yerine üç saat boyunca zamanı gözlerime hapsetmeyi seçtim. Çünkü gece, normal bir gece değildi. Kaldığım oda sıcak değil, yattığım yatak benim değildi. ~ Gözümü açtığım andan bu yana 15 dakika geçmişti. Ben yine odanın ucra köşesindeki duvar saatine takılmıştım. Gerçekten de odanın rengiyle müthiş bir uyum içindeydi ve insanı çileden çıkartacak bir düzenle tik-taklıyordu. Kalkıp duvardan söküp almaya yeltenecektim ki, beni yattığım yere bağlayan mecburiyetlere tosladı isyanım. Zar zor nefes alıyordum. Gözümü saatten ayırıp kolumdaki seruma çevirdiğimde de yattığım yatağın, bulunduğum odanın düzeni anlamlanmış oldu. Yine mi kötüleşmiştim. Bu yolun çıkmazına ne zaman girecektim. Ihlamur kokusunun bu odada ne işi vardı. Benim için tüm hastalıkların ilacı
Önce bir otur dediler, önce bir sakin ol, önce bir su iç, bir nefes al, sonra yemin ettiler, geçecek, yemin ettiler, böyle devam etmeyecek, her şey zamana boyun eğer dediler, bütün gözler bir gün kaldırım taşlarına düşer, sarı çizgilere, parklarda sokak köpeklerine, apartman önlerine bırakılmış bir çift ayakkabıya ki ölüm bu demektir, ve bütün gözler bir gün bir çukura dalar, içinde ya da dışında olmanın artık hiç fark etmediği bir gün, öylece. “Herkesi dinledim. öfkeden içim yırtılırken dinledim, bayağı, öyle basit, dümdüz, görev gibi teselliler, omzumu sıkan pis eller, sırtımı okşayan kadınlar, kıpırdayan dudaklar, dedemin bastonu. bir sandalye üstünde, ikiyüz kişi arasında, önüne bırakılmış bardağı ağzına hangi eliyle götürebileceğini düşünürken acısını nasıl yaşar insan. benden bunu istediler, bizden bunu istediler. kavga etme, sessiz ağla, öfkelenme, herkesi sevme, haddin kadar uzaklaş, kaybolma, güvenme, inan, tanrıya inanan insanlara inan, ona inanan insanların iyi olduğuna i
Uyan,  yetişmememiz gereken her yere vaktinden önce varalım. İçinde dönüp durduğum çember benim değilmiş. Sonsuz düzende her dağınıklık toplanmıyormuş. Cevapları kolay diye her problem çözülmüyormuş. İçimdeki sonsuz sevgi herkesi sevmeme izin vermiyormuş. Her ağacın gölgesinde durulmaz, her uzun yolda koşulmazmış. Çok basit cümleler ve çok basit mimikler ile anlatılabilecek her şeyi uzattığım için üzgünüm. Dümdüz sevmiyordum. Dümdüz seviyordum. Dümdüz nefret ediyordum. Dümdüz aşıktım. Bu kadardı, bu kadardım, bu kadardın. Yaptıklarım, yapıyor olduklarım için sallanan parmakların hepsini tek tek kırmadığım her an için biraz pişmanım. Hayır artık kin duymuyorum, dümdüz olması gerekeni yapıyorum. Penceremi açıyor ve ağaç olmayı diliyorum. Yüzyıllık bir uyku arzuluyorum. Bu kez şarkıya değil içimdekine dans ediyorum. Sessizliğinde bile zihnimde yankılan o sesi duyuyorum. Masamda biriken her şeyin içten içe vicdanıma oynamasına da izin veriyorum. Sinir bozuklukluğunun ardındaki kahkahalar
Sağı solu belli olmasa da kimlerin girip çıktığı bariz belli bir kapının önünde dikiliyoruz. Teşekkür etmem gerek beni yalnız bırakmadığı için ama kimseye minnet duyacak havamda değilim. Hem ben istemedim buraya gelmesini. Bir bakıma sürüklendi benim peşimden. Tek fark o isteyerek burada. Ben mecbur kalarak. Biri size karşı iyi niyetle yaklaştığında sizin de aynı güzellikle, o niyeti bünyenize kabul etmeniz gerekir. Bakın siz de ona aynı şekilde davranmak zorundasınız demiyorum. O keyfinizin bileceği iş. Ya da nasıl bir insan olduğunuza bağlı.Sadece ortada bir güzellik varsa, altında seksen farklı şey arayıp sırf yanınızda olduğu için birini suçlamak biraz paranoyakça. Gelmiş işte. Konuşmuyor bile rahatsız etmemek için. Hatta bakmıyor bile üzgün olduğunuzu saklamaya çalışan gözlerinize. Bir şey bekler gibi de durmuyor hani. Eminim içinden bana olan kırgınlıklarını geçiriyor şu an. Her şeye rağmen buraya neden geldiğini sorguluyor. Belki yalnızlığıma üzüldüğü için buradadır. Muhtaç f