Kayıtlar

Mayıs, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Strikethrough

Beni gecenin bir yarısı balkona çıkartan acılar, annemi de uyutmuyormuş biliyor muydun? Tam arkamda karanlık sandığım o boşluk annemin elleriymiş meğer. İyi miyim diye kontrol etmek için girdiği odamda bulamayışında anlamış. Hem de defalarca. Anneler isterse bu dünyada ki en iyi oyuncu olabiliyorlar. Ki ben bunu yıllar önce anlamıştım. Sevmediği halde aynı evde yaşamak zorunda kaldığı babamla mutlu rolünü çok iyi yapıyordu. Ama bilirsiniz, sevgi anlaşılan bi şey olduğu kadar sevgisizlikte öyle. Anlaşılıyor . Titreyen ellerimi tut demek istiyorum anneme ama eğer göz ucuyla dahi soluma baksam orda olduğunu bildiğimi bilecek diye ödüm kopuyor. İnsan 25 yıllık hayatına sayısız terk ediliş sığdırınca annesine bile şüpheyle bakıyor. Hayır korku.  Bu kaçıncı kahvem sayamadığım için normalinden hızlı çarpan kalbim beni endişelendirmiyor. Zaten uyuşuk olan bedenimi ancak bu sayede hissediyor olmanın rahatlığı var üzerimde. Korkmuyorum. Yalan . Üstelik bazı şarkılar insanın bedeninde uyu

“Beni devirdin”

Ayağımın altından akıp giden asfaltın sertliğini acıdan hissetmediğim bir düzlükte, tamı tamına 9 km yol, ışıklar içinde ama kapkaranlık. Yürüyor muyum yoksa duruyor muyum kafam gidip geliyor ama bu sefer ayığım. Temiz temiz acıyor canım. Hissettire hissettire geliyor fark edişler. Uyuşuk falan da değilim. Kafam gidip geliyor çünkü şimdiye kadar yürüdüğüm bütün yolları ihtimaller üzerine yürümüş olmamın getirdiği tiz bir kahkaha ve şiddetli bir tokat hissediyorum yüzümde. 9 km boyunca kendimden nefret etmemin her türlü sancısını hissediyorum. Durduk yere içimden yükselen alevler hissediyorum. İlk 3 km sonunda bir hastane görüyorum. Şu an yanımda olması gereken tek kişi ve ellerim onun ellerinden koparılmış. Artık onu yanımda bile istediğime emin değilim. İlk sancı giriyor ve öyle sert ki yere yığılmamak için köşedeki bakkalın kepenklerini tutuyorum. Tüm bu yolu ben demiştim demeni duymak için mi yürüdüm. Bana benim suçum olduğunu söylemene gerek yok ki, bunu kendim de yaparım. Neden

“Seni sevmek beni büyüttü”

Birbirimizi seviyoruz ama birbirimizle hayatı yaşayamıyoruz. Başımıza bundan daha kötü bir şey gelebileceğini sanmıyorum. Şimdi sen bir yerlerde oturmuş beni seviyorsun, ben bir yerlerde oturmuş seni seviyorum ama bu sevgi birlikte sürdürülebilecek kadar uyumlu değil. Bunu kime nasıl izah edebilirim? Bir zaman diliminde elimden tutuyordun ama beni mahvediyordun. Şimdi elimi tutmayıp bana kocaman bir sevgi veriyorsun. Niye elimi tuttuğun o zamanlarda sevgiyi zulüme çevirdik, istemeden de olsa? Seni uzaktan sevmek herhalde aşkların en güzeli. Şimdi anlıyorum bu ne demekmiş. Belki bu dünyada seni en çok ben seviyorum ama seninle bir yuvada yan yana bulunamayız. Beni belki bu dünyada en çok sen seviyorsun ama benimle kaygısız geçirilebilecek bir ömür sana takdim edilmemiş. Seni çok sevdim ve çok özlüyorum. Her zaman, yanında uyandığımda bana o zamanlardaki gibi baktığın için teşekkür ederim. Bende yerin o kadar keskin ki, bunu köreltmek gibi bir endişem yok. O yeri o şekilde benimse
Tüm  bunlar bittiğinde birbirimizin yüzüne tekrar bakabilelim diye uzun uzun susuyorum. Yürüyorsam  sebebi vardır. duruyorsam da vardır. hiçbir şey yapmazken bile ne çok şey yaparım benden iyi biliyorsun. süregelen bir gürültü bittiğinde fark ettiğimiz şeyin sessizlik olmadığını biliyorsun. ne çok şeyi biliyorsun yüzümün çizgileri dahil mi? dahil olsun diye bakmıyorum belki. çok şey bilip çoğunu anlamıyorsun. seninle bir gece yolculuğa çıkalım diyorum gülümsüyorsun. ne zaman bir şeyin nedenini sorsam kaş çatıyorsun. bakma bana öyle diyorum bakmıyorsun. bunları neden yaptığını biliyorum. ne çok şey bilip ne çok şey anlamaya çalışıyorum. bazen öyle çok susmak zorunda kalıyorum ki çenemin uyuştuğunu fark ediyorum. artık pek az dua ediyorum çoğunda annem ve öfkem diyorum. annem mutlu olsun. öfkem törpülensin. kaybolmasın ama biraz küçülsün. üstüne yatınca kalbimi ağrıtmayacak kadar. bana biraz uykundan bahset istiyorum. kolunun altındayım. yanındayım yani. yastığını paylaşıyorum. öfkemi

Onüç harf

Karşımda oturuyorsun ve ben seni kıbleye döndüren şeyle beni durmadan yazdıran şey aynıymış diyemiyorum, üstelik annemsin. suskunluğuma alışmışsın, haftada üç kez saçlarımı taramaya, ellerimi ellerine benzetmeye, dolaplara boyun yetmediğinde adımı seslemeye, belki her şeye, bir şey hariç her şeye, özür dilerim bana öyle bakma diyemiyorum, beni artık susturma saç tellerime kadar doluyum diyemiyorum, nereye aitsin demeyeceksin biliyorum, neresi bana ait, bunu bilmiyorsun, bir beyaz tebeşir kadar kalıcı, üstelik üstüne defalarca basacaksın, bu sınır benim, bir kanepe kadar, kendimi bunun dışına çizemiyorum. ağlama.  neredesin diye sormuyorsan, zaten söylemeyecektim diye susuyorum, birinin kalbindeyim çocuk kahkahalarım boğazımdan taşmak istiyor, bunu da içime, elimle vura vura, biraz sıkıştırıp yarı yarıya öldürerek, bunu da içime, hani şey gibi, ondört yaşımdayken neden ağladığımı sormuştun da söyleyememiştim, çünkü o yaşta babama kırıldım demekle babamdan kırıldım demek arasındaki farkı
Öyle bir kabus görmüştüm ki beni bir daha uyumaktan korkacak hale getirmiş ve karanlıkta gözümü bile kırpmadan yatmama sebep olmuştu. Sakinleşmem tahmini 20-30 dakika sürdü. Ardından beni rahatlatacak şeyin ne olduğunu aslında bildiğimi hatırladım. Yastığın altından kulaklığımı çıkartıp telefonuma taktım ve kendi masalımı dinlemeye başladım. Bana, beni okuyan sesin tokluğuyla ağlıyor, ağladıkça rahatlıyordum. Bu sese hayatımın sonuna kadar minnettar kalacağımı da biliyordum. Nelere katlandığımı, nelerden vazgeçtiğimi, nelere göğüs gerdiğimi, neleri kaybettiğimi ve bunların ne için olduğunu tekrar tekrar hatırladım. Göze aldığım her şeyin ağırlığını omuzlamış, dimdik kalmaya çalışıyordum. Küçüktüm, boyumdan büyük hayallerin kurbanı olmuştum. Elimdeyse ondan başka bir şey kalmamıştı. Hayatımda ondan başka bir şey kalmamıştı. Yataktan kalkıp terliklerimi giydim. Ev soğuktu çünkü kendimi ısıtacak kadar bile önemsemiyordum. Salondaki koltuğa geçip aslında kendimi nasıl bir yalnızlığa sü
Ben yokken seni çok üzdüler mi diye soruyor, sen yokken hiç kimse yoktu diyemiyorum, sen yokken elimi rehberin üzerinde o kadar çok kaydırdım ki, daha aşağıya, sonra biraz daha, sonra sonsuz, yemin ederim hiç kimse yoktu, ne cevaplı ne cevapsız çağrı, ne mesaj, ne fotoğraf, ne hayat belirtisi, ne yol, ne iz, ben öylece duvar yumrukluyordum çünkü çıkmam lazımdı, onlar kendimi isteyerek kapattım sanıyordu, duvarlarla hesap görüyorum, ki duvarlarla hesap görülmez bunu sen bilirsin, görürsen izini ellerinde taşırsın, bunu da ben biliyorum, ben sen yokken bunları öğreniyorum, ama neden öğreniyorum, sen yokken, tam olarak neredeyken bilmiyorum, hiç unutmayacağım şeyler öğreniyorum ben. üzülmüş müyüm, hadi ellerime bak. kararını bekliyorum. Benim için söylenen şarkılara, tutulan şarkılara, açılan şarkılara böylelikle hep ağlayarak cevap verir olmuşum. çünkü sen çok ağladın mı diyene kadar, ağlamak mı bu diye kendimi paramparça edip acımı köşede, tenhada, parkta, bankta, iki araba arasında

“Tabi ki”

Duvardaki saatten gözümü ayırmadan yaklaşık olarak üç saat geçirmiştim. Benim için odada bir saat olması bile yeterince sinir bozucuydu. Normalde yataktan bir hışımla kalkıp saatin pillerini camdan aşağı fırlatmam gerekirdi ama onun yerine üç saat boyunca zamanı gözlerime hapsetmeyi seçtim. Çünkü gece, normal bir gece değildi. Kaldığım oda sıcak değil, yattığım yatak benim değildi. ~ Gözümü açtığım andan bu yana 15 dakika geçmişti. Ben yine odanın ucra köşesindeki duvar saatine takılmıştım. Gerçekten de odanın rengiyle müthiş bir uyum içindeydi ve insanı çileden çıkartacak bir düzenle tik-taklıyordu. Kalkıp duvardan söküp almaya yeltenecektim ki, beni yattığım yere bağlayan mecburiyetlere tosladı isyanım. Zar zor nefes alıyordum. Gözümü saatten ayırıp kolumdaki seruma çevirdiğimde de yattığım yatağın, bulunduğum odanın düzeni anlamlanmış oldu. Yine mi kötüleşmiştim. Bu yolun çıkmazına ne zaman girecektim. Ihlamur kokusunun bu odada ne işi vardı. Benim için tüm hastalıkların ilacı
Önce bir otur dediler, önce bir sakin ol, önce bir su iç, bir nefes al, sonra yemin ettiler, geçecek, yemin ettiler, böyle devam etmeyecek, her şey zamana boyun eğer dediler, bütün gözler bir gün kaldırım taşlarına düşer, sarı çizgilere, parklarda sokak köpeklerine, apartman önlerine bırakılmış bir çift ayakkabıya ki ölüm bu demektir, ve bütün gözler bir gün bir çukura dalar, içinde ya da dışında olmanın artık hiç fark etmediği bir gün, öylece. “Herkesi dinledim. öfkeden içim yırtılırken dinledim, bayağı, öyle basit, dümdüz, görev gibi teselliler, omzumu sıkan pis eller, sırtımı okşayan kadınlar, kıpırdayan dudaklar, dedemin bastonu. bir sandalye üstünde, ikiyüz kişi arasında, önüne bırakılmış bardağı ağzına hangi eliyle götürebileceğini düşünürken acısını nasıl yaşar insan. benden bunu istediler, bizden bunu istediler. kavga etme, sessiz ağla, öfkelenme, herkesi sevme, haddin kadar uzaklaş, kaybolma, güvenme, inan, tanrıya inanan insanlara inan, ona inanan insanların iyi olduğuna i
Uyan,  yetişmememiz gereken her yere vaktinden önce varalım. İçinde dönüp durduğum çember benim değilmiş. Sonsuz düzende her dağınıklık toplanmıyormuş. Cevapları kolay diye her problem çözülmüyormuş. İçimdeki sonsuz sevgi herkesi sevmeme izin vermiyormuş. Her ağacın gölgesinde durulmaz, her uzun yolda koşulmazmış. Çok basit cümleler ve çok basit mimikler ile anlatılabilecek her şeyi uzattığım için üzgünüm. Dümdüz sevmiyordum. Dümdüz seviyordum. Dümdüz nefret ediyordum. Dümdüz aşıktım. Bu kadardı, bu kadardım, bu kadardın. Yaptıklarım, yapıyor olduklarım için sallanan parmakların hepsini tek tek kırmadığım her an için biraz pişmanım. Hayır artık kin duymuyorum, dümdüz olması gerekeni yapıyorum. Penceremi açıyor ve ağaç olmayı diliyorum. Yüzyıllık bir uyku arzuluyorum. Bu kez şarkıya değil içimdekine dans ediyorum. Sessizliğinde bile zihnimde yankılan o sesi duyuyorum. Masamda biriken her şeyin içten içe vicdanıma oynamasına da izin veriyorum. Sinir bozuklukluğunun ardındaki kahkahalar
Sağı solu belli olmasa da kimlerin girip çıktığı bariz belli bir kapının önünde dikiliyoruz. Teşekkür etmem gerek beni yalnız bırakmadığı için ama kimseye minnet duyacak havamda değilim. Hem ben istemedim buraya gelmesini. Bir bakıma sürüklendi benim peşimden. Tek fark o isteyerek burada. Ben mecbur kalarak. Biri size karşı iyi niyetle yaklaştığında sizin de aynı güzellikle, o niyeti bünyenize kabul etmeniz gerekir. Bakın siz de ona aynı şekilde davranmak zorundasınız demiyorum. O keyfinizin bileceği iş. Ya da nasıl bir insan olduğunuza bağlı.Sadece ortada bir güzellik varsa, altında seksen farklı şey arayıp sırf yanınızda olduğu için birini suçlamak biraz paranoyakça. Gelmiş işte. Konuşmuyor bile rahatsız etmemek için. Hatta bakmıyor bile üzgün olduğunuzu saklamaya çalışan gözlerinize. Bir şey bekler gibi de durmuyor hani. Eminim içinden bana olan kırgınlıklarını geçiriyor şu an. Her şeye rağmen buraya neden geldiğini sorguluyor. Belki yalnızlığıma üzüldüğü için buradadır. Muhtaç f